15 Haziran 2016 Çarşamba

Soğuk Güneş Bölüm 2

Hayata geç kalmak diye bir şey var mıdır? Bir türlü kavrayamadım ben şu geç kalma işini. Eğer yaşıyorsam hayattayım demektir ve hiç bir şeye geç kalmamışım demektir. Bana ait olan bir hayatta neye,  nasıl geç kalabilirim ki? Eğer gençliğim gittiyse ellerimden bunun karşılığında olgunluğu almışımdır. Hayat zaten zamanlar bütünüdür. Bizim için her yaşantıya yer var demektir. Hiç bir şeye geç kalmadım. Siz de öyle! 

Uçak canım ülkemin semalarında İzmire doğru ilerliyordu. 14 saati aşkın seyahat etmiştim ve bu uçak da olsa yolculuktan yorgun düşmüştüm. Yeni uyanmış şehir haftanın son günü için hazırlanmaya başlamıştı. Küçük binalar ve daha da küçük arabaları görüyordum. Sabah saatlerinde o büyük şehirler yeni doğmuş bebek gibi usul ve sessiz... Sedasız ve kimsesiz. 

İzmir'e iner inmez doğruca Basmanedeki  otelin yolunu tutmuştum. Eşyalarımdan kurtulmam gerekti. Aslında iyi bir uykuya da ihtiyacım vardı fakat daha fazla vakit kaybedemezdim. Alsancak tarafında bir veteriner kliniği işletmeye başlamıştı. O kliniğe gittiğimde onu orada görecektim. Belli bir yaşa da gelmiş olsam bazı duyguların tepkileri hiç değişmemişti. Heyecandan sanki kalbim yer değiştirmiş ve nefes boruma kadar gelmiş gibiydi. Bu tatlı bir heyecan değildi elbette. İçinde korku ve utanç da taşıyor. Bunca yıldan sonra direk karşısına çıkıp ona ne diyebilirdim ki? Bunu yapmaya hakkım bile yoktu! Konuşmayı öğreneli onlarca yıl oldu ama O'nun karşısında sanırım bildiğim her şeyi unutacaktım. 

Otele gelmiştim. Taksiyi beklemeye alıp hemen eşyalarımı odama atıp Alsancak yolunu tutmuştum. Basmane ve Alsancak arası çok kısa bir mesafeydi, kendimi toparlamam için yeterli değildi. Sanki 15 saatlik yoldan ben gelmemiştim de daha da zamana ihtiyacım vardı! Hayır hayır, taksi hızlı gidiyordu. İyice yaklaşmıştı. Sevinç pastanesinin önünde inip biraz yürümeye karar vermiştim. Klinik ikiyüz metre ilerideki sarı binanın zemin katındaydı. Mavi Yuva Veteriner Kliniği - Veteriner Hekim Derin İlker.  Gelmiştim, tam beş adım sonra önündeydim. Derin bir nefes alarak içeri daldım. Gözümü açtığımda kahverengi irice bir kediye parazit ilacı içirmeye çalışan iki genç kız görmüştüm. Beyaz önlüğü mürekkep lekeleri içinde kalmış olanı bana doğru yönelip "Buyurun, hoşgeldiniz. Nasıl yardımcı olabilirim?" demişti. Yutkunarak "Derin hanıma baktım ben ama.." daha asistanına bile iki kelimeyi zor ediyordum. Kediyle ilgilenen diğer asistan elinin tersiyle öne düşen saçlarını düzelterek "Derin hanım acil bir vaka sebebi ile bir müşterimize gitti, gelmesi yakındır isterseniz buyurun hem bir şeyler ikram edelim?" diyerek koltuğu göstermişti. Ben o rahatlama ile "Teşekkür ederim ben tekrar gelirim, buralardayım zaten... Kolay gelsin." diyerek caddenin karşısındaki kafeye yönelmiştim. Rahatlamıştım ama bu çok saçma bir durumdu. Ben buralara yıllar sonra böyle kaçmak için gelmemiştim! Yol boyunca ona ne söyleyeceğimi, ne anlatacağımı kurgulasam da bir türlü netleştirememiştim. Belki de bana konuşma fırsatı bile vermeden tersleyecekti... Park halinde duran kamyonetin arkasındaki "Burası İzmir, burada hayaller kelebekler kadar yaşar..."  yazısına dalmıştım. O sırada masaya sipariş verdiğim soğuk suyum gelmişti. Sürekli kliniğe bakıp onu bekliyordum. Acaba o kadar aradan sonra direk karşısına çıkmak ne kadar doğru olacaktı? İşim hiç kolay değildi. Bana ne derse de haklıydı üstelik. Heyecandan sürekli küçük tuvaletim geliyordu ama buradan ayrılamazdım. O gelir gelmez kliniğe gidecektim. O sırada kliniğin önüne bir araba yaklaşmıştı. Aracın içi görünmüyordu. Şoför kapısı açılmıştı  ve ilk gördüğüm siyah bir spor ayakkabıydı. İnmeden yan koltuktan bir şeyler alıyor gibiydi. Ben ayağa kalkıp daha da yaklaşmıştım. Kapıyı kapatıp benden tarafa döndüğünde O olduğunu görmüştüm. Siyah gölgeli kızıl saçları omzundan biraz daha aşağıdaydı. Buz mavisi gömlek ve kot pantolonu giymişti.  Ellerim heyecandan buz kesmişti. Hesabı isteyip kafeden çıkmıştım. Yolun karşısına geçip kliniğe girmeliydim. Kliniğin kapısına vardığımda asistanları sanırım beni ona söylüyorlardı. Sırtı bana dönüktü. Klinikte asistanlar ve biz dışında kimse yoktu. Önlüğü lekeli olan asistan beni gösterip "İşte bu beyefendi idi." demişti. Bana dönüp baktığında bayılacak gibi olmuştum. Onun da rengi solmuştu. İkimiz de hızlı hızlı nefes almaya başlamıştık. 

Gözleri dolmaya başlamıştı... 

8 Haziran 2016 Çarşamba

Soğuk Güneş

Soğuk Güneş 

Bölüm 1 

Özlemek ile hasret arasında kocaman bir fark vardır aslında. Hasret özlemin bir kaç beden büyüğüdür. Hasret acıtır, hasret kanatır. Özlem kadar taze ve masum değildir. Hasret yıllanmıştır ve bir zamanların özleminden beslenerek büyümüştür. Benim şu anda 18:20 Türkiye uçağında olmamın sebebidir hasret... 

Adım Serdar. Yanımda benden 32 yıl büyük 79 yaşındaki amcayla sohbet ederken zamanla benden yitip giden değerlerin farkına varıyordum. Önünde duran multimedya ekranındaki belgesele dalmış bakarken  "Aslında doğru söylemek diye bir şey yoktur." dedi ve oturduğu yerde doğrularak "Ben sana yalan söylemiş olmasaydım sonraki sözlerimin doğru olduğuna inandırmak için seni ikna etmeye çalışmak zorunda kalmayacaktım öyle değil mi?" diye sordu. Onaylarcasına kafamı sallamıştım o da gülümseyerek devam etti, "Bir kez yalan söylemek bütün ömrün boyunca seni 'Doğru söylemek' zorunda bırakabilir. Bunun için dikkatli olmalısın evladım.". Ben pür dikkat onu dinlerken seyrelmiş beyaz saçlarının dibindeki yaşlılık lekelerine dalmıştım. Hayattan ders çıkarmış insanların tavsiyeleri hiç bir değerle mukayese edilemezdi. Bunun farkında olarak ona saygı duyuyor, her söylediğini kulağıma küpe yapıyordum. Ona servis edilen meyve suyunu yudumlarken kafama takılan şeyleri sormaya başlamıştım. "İkinci şansı kimler hak eder?"  elindeki bardağı önündeki servis bölümüne koymaya çalışıyordu titrek elleriyle ve o sırada "İkinci şans nedir peki?" diye sordu. Tam cevap verecekken devam etti "Senin bu uçakta olma sebebin mi? Eğer öyleyse hak edip etmediğine sen karar vereceksin." koltuğuma yaslanıp derin derin nefes almaya başladım. Ya ben kendimi çabuk ele veriyordum ya da bu adam tam bir insan sarrafıydı. Evet, ben ikinci bir şans için buradaydım ama bu şansı hak edip etmediğimi Bilmiyordum. Tek bildiğim şey artık  doğru söylemek zorunda olduğum. Bana kalırsa ikinci bir şansı herkes hak eder, ben hariç! Çünkü ben adi, korkak bir aptalın tekiyim! Herkes yaşadığı hayatın güzel bir hikaye gibi olmasını ister. Çok az kişi ise buna göre yaşar. Ben bütün fedakarlıkları yapmaya hazır olsam da hikayemin baş kahramanını buna ikna etmem ve kendi hikayemin merkezi yapmam gerek. O 23 Şubat sabahı neredeyse yakalıyordum mutlulu aslında... Olmadı. 

7 yıldır onunla bırakın aynı şehri,  aynı ülkede bile değildim. Türkiye defterini kapatmış, Amerika'nın Ohio eyaletinde yaşan kuzenimin yanına taşınmıştım. Böyle olursa ikimiz için de daha iyi olacağına inanmıştım. Alışa geldiği gibi inancım beni yine hüsrana uğratmıştı. O'nun yüzünü unutmamıştım, kendime bu fırsatı vermemiştim. Sosyal medyadan sürekli onu takip ediyordum. Mutlu gibi bir hayatı vardı hep, yani en azından benden daha iyi gibi duruyordu. İstanbul'daki hayatını İzmir'e taşımış, son 4 yıldır orada yaşamaya başlamıştı. Bir gün İzmir'e gideceğine zaten emindim. Orayı sevdiğini her fırsatta söyler,ismi gibi derin ve  parlayan gözleriyle bana İzmir sokaklarını anlatırdı. 3 yıl süren ilişkimiz boyunca beraber hiç gidememiş, en son yeltenişimizde ise son dakika aksilikleri yüzünden planımız bavulları arabaya koyamadan bitmişti. "İzmir bana iyi geliyor." sözünü sık sık kullanır bunun herkes tarafından bilinmesini isterdi. Umarım bu böyledir, İzmir ona iyi gelmişti ve iyi durumdadır. Aslında karşısına nasıl çıkacağımı bile bilmiyordum ama artık yola koyulmuştum. 

Yolculuk için el çantama bir kaç kitap, karalama defteri ve kalem atmıştım. Defterleri karıştırırken, yıllar öncesine ait olduğunu gösteren buruşukluklarıyla  dörde katlanmış kağıt dikkatimi çekmişti. Kağıdı açarken içinde ne yazdığını anımsamaya başlamıştım. Bu ona yazdığım ilk şiirdi... 

Bir karşı kıyı özlemi bu
Ne kadar derin olduğu bilinmez
Karşımda muazzam manzara ile
Bir İstanbul hatırası
Tahtaya ilk kez kalkmış bir çocuk kadar heycanlı
Ve hevesliyim sana karşı
Sevgim de kara tahtaya yazılarım gibi
Hep yukarı yukarı
İlk kez düşürdüğüm dişim gibi yanımdaki eksikliğin
Dizimden akan ilk kan gibi korkunç
Ve ilk dayak yiyişim gibi acı verici
Sevgin;
Bir anne şefkati kadar kesin ve net
İlk bisiklet gibi heycanlı
Yaptığım ilk iyilik kadar gurur verici
Ve çocukluğum gibi unutulmaz...
Görüyorum, bir dua kadar gizli bana hislerin
Duyuyorum hepsini, dilinde bana ait kelimelerin
Beklerim yorulma, bir güney kuşu özlemi ile beklerim.
Yağmurun rahmeti ıslatsın topraklarını
Yorgunum uzun yoldan gelmişçesine
Yaslansam omuzlarına....

Şiiri yazdığım o 2005 Şubat  gecesini hatırlamıştım. O gece de şimdiki gibi dolmuştu gözlerim. O gecede içimde özlem vardı şimdi ise hasret! 

Beni gördüğünde bana olan nefretinden sıyrılıp biraz da olsa özlemine sığınıyorum Derin. Bana kızgın olabilirsin ama umarım kırgın değilsindir. Seni çok özledim... 

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Elfida -Bölüm 10-



8 Ay Sonra

Yaşanılan acı tatlı her şeyin geçici olduğu bir dünya sonuçta, yanımızda kalmasını istediklerimiz de neden çekip gitmeyecek ki... Ömrümüzün ne kadar süreceği tam bir muamma, kanun böyle. Sevgi diye bir his varsa içinizide yazık etmeyin, söyleyin. Bir şarkı gibi bitince susmuyor çünkü. Kıyamadığınız tüm herkesten kopacağız günün birinde ki bu ölüm olacak. Ölüm halbu ki doğum kadar mucizevi bir şey, bizi üzüp kahretmesi ölen kişinin anılarıyla doğru orantılı. Anılar evet, toprağa gömülmeyen, yakılıp savrulmayan, adımız gibi zihnimizde yer eden anılar. Tam da burada acı çekiyorum ben. Ölen kişi anıları da alıp gitse belki de hüzünlerden kurtaracak bizi. Ama olsun, anılar acılar kadar gerekli. Ne de olsa anılar biriktirmek için yaşıyoruz. Biz ölüdüğümüzde güzel şeyler bırakmak üzere...

Zor günler geçirmiştim, öyle zor ki defalarca mide ağrısından istifra etmiştim. Kaza da her ne kadar suçsuz sayılsam da vicdanım beni rahat bırakmıyor her an bana acı çektiriyordu. Evet, benim yüzümden. Evet, hızlı olmasaydım kaza olmayacaktı. Evet, Elfida hala benimle olacaktı... Evet... Canı alıp giden her defasında aynı melek ve biz farklı farklı insanlar olarak sebep oluyoruz. Ben aşkımın sebebi...

Yokluğuna alıştım mı? Hayır! Bir yandan ilerki zamanlarda yaşayacaklarımızı görmen hala aklımda bir soru, yaşayamadık onları Elfida! Her gece ağlayarak uykuya dalıyorum, uyandığımda kirpiklerim birbirine yapışmış oluyor. Sanki sensiz güne açılmak istemiyor gibi. Seni kimseye anlatamıyorum, canım acıyor. Sen, nasıl ölürsün! Bazen çıldırmamak elde değil...

Hayat çok ilginç. Benim acım milyarlarca insanın umurunda bile değil, herkes gündelik yaşamında. Bunu bu şekilde farketmek çok acı. Bir yandan kendi işlerim derken geçip gidiyor elbette günler. Normal bir ölümün ötesinde bir acı olsa da içimde, yaşamıma da devam etmem gerekiyordu...

Bir Perşembe sabahı şirketteki ofisimde yapılacak organizasyonların ayrıntılarını inceliyordum. Sekreterim Özlem kapıyı çalarak içeri girdi "Özgür bey, Yağmur isminde bir bayan sizinle görüşmek istiyor." Önümdeki evrakları düzelterek "Tabi, alabilirsin içeri." dedim. İçeri durumu nasıl izah edeceğini bilemeyen biri gibi girdi, kendimi görür gibi olmuştum. "Iyi günler Özgür bey." diyerek elini uzattı. Ayağa kalkıp masanın etrafından dolandım ve elini sıktım "Iyi günler. Buyurun lütfen." diyerek siyah deri koltuğu gösterdim. "Hakkımda ne düşüneceksiniz inanın umurumda değil, bunu artık sizinle görüşmem gerekiyor...". Meraklanmıştım, karşısına oturdum "Sizi dinliyorum...". Ellerini yumruk yaparak kucağında sıkıyordu "Bir Mayıs ayı Yalova sahilinde bana yapmış olduğunuz sürprizi hatırlıyor musunuz? 105 tane dilek feneri..."

İstemsiz gülümsemiştim; sen ölümsüz bir aşk olacaksın Elfida...

SON

3 Mayıs 2015 Pazar

Elfida -Bölüm 9-

Elfida

-Bölüm 9-

Hayat yalnız yaşanmayacak kadar yorucu. Biri lazım insana; aynı espriye gülen, aynı filmde duygulanan, aynı şarkıda aynı hayalleri kuran birisi. Kaderin o uzun yolunda serin bir söğüt gölgesi gibi, yosun kokan tuzlu deniz esintisi gibi ferah ve hayatın kendisi gibi davetkar biri olmalı. Konuşmadan anlaşabilecek, beraber saçmalayan, siz kızgınken bile kalbinize dokunan birisi... Birine onu iyi hissettirebilekten daha güçlü bir özellik ne olabilir ki? Sen güçlü bir kadınsın Elfida. Sayfalarca seni anlatmak nafile ve asla da yetmeyecek. Sihir gibi ortaya çıkıp ilk görüşte olmuş aşk değilim ben. Seni yıllardır seviyorum. Dilerim ki sonsuz ol...

Gün ağırana kadar şehri gezmiştik. Bana iyice alışmıştı ve elimi tutmaktan hoşlanıyordu. Şimdi de arabamla onun için hazırladığım sürprizi göstermek için Çiftlikköy'e sahile gidiyorduk. Yine müzik çaları kurcalayarak Yalova'nın o gün batımındaki turuncu rengine uygun bir şarkı (Ellie Goulding - Explosions) açmıştı. Göz ucumla sürekli onu takip ediyor, gözlerimi ondan alamıyordum. Ona baktığımı biliyor ve gülümsüyordu.

Sahile yakın bir yerde arabayı park ettim. Torpidodan lacivert gravatımı çıkarıp "Hadi, gidelim.". Gravatımı göstererek "Onu ne yapacaksın?" diye sordu, gülümseyerek "Gözlerini bağlayacağım." diye cevap verdim ve yürümeye başladık. Meraklanmıştı. Havanın kararmasını bekliyordum ve bir kaç dakikaya kadar da kararacaktı. Adımlarımızı ağır atıyorduk, ilerdeki tek katlı evin bahçe duvarını döndüğümüzde sahil görünecekti. Oraya geldiğimizde gözlerini bağladım ve burnundan öptüm. "Neden dudak değil?" diyerek gülümsedi,  "Sürprizi mahvedemem, hadi kolumdan tut." diyerek sağ kolumu uzattım ve yürümeye başladık. Ayakları kuma bastığında "Sahil? Sahile mi geldik?" diye sordu, "Çok sabırsızsın." diyerek sahilde dilek fenerlerini yakmak için bekleyen ekibe işaret verdim. Fenerleri yakarak gökyüzüne salmaya başladılar. Tam 105 tane dilek feneri. 10 Mayıs günü olduğu için böyle karar vermiştim. Fenerler tek tek havalanıyordu, son partiyi de yakıp bıraktıklarında 105 fener gökyüzünde  ağır ağır yükselirken gözlerini açtım. Gözlerini ovuşturup gökyüzüne baktı,  etrafa bakıp olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Gözleri dolmaya başladı,  elleriyle yüzünü kapatarak "Özgür! İnanmıyorum, bu harika bir görüntü!" dedi ve göğsüme yaslandı. Ellerini tutarak "Hadi, manzarayı kaçıracaksın..." dedim ve kıyıdaki bizim için hazırlattığım masayı göstererek "Gel, oturalım." dedim. Gözlerini fenerlerden alamıyordu. "Muhteşem! Tek kelimeyle muhteşem! Çok teşekkür ederim."

Onu etkilemek, mutlu etmek beni çok sevindirmişti. Akşam yemeğimizi de sahilde yemiştik. Saatlerce sahilde orada durduk. Fenerlerin hepsi kaybolana kadar takip etmişti. Dönmek istemiyorduk, özellikle ben hiç istemiyordum. Her şeyin büyüsü sanki bu şehirdeydi, sanki buradan gidince her şey bitecek gibi geliyordu. Bu ters düşünceleri elbette ona belli etmemiştim ama "Gidelim mi?" diye sorduğunda hep ertelemiştim. Bir yandan saattin de iyice gecikmesiyle yola koyulmalıydık.

Toparlanıp sahilden ayrıldık. Masanın ortasındaki onun için yaptırdığım astomerya büketini de almıştı.  Bursa yolunda ilerliyorduk Yalova il sınırını geçmitik. Bana bakıp "Beni ne kadar mutlu ettiğini anlatamam," diyerek devam etti "Bu akşamı hayatım boyunca unutmayacağım, çok güzeldi.". Ona bakıp "Senin için yaptığım her şey senden değersiz, bu akşamı önemli kılan sendin.". Gülümsedi "Bir an onca şeyi nasıl yaptı diye düşündüm ama sonra organizatör olduğunu hatırladım..."

Çok güzel bir gün geçirmiştik ama yorulmuştuk da. "Ben biraz kestiricem." diyerek kafasını sola doğru yatırdı. Orhangazi'deydik. İlerdeki kavşağın trafik lambası kırmızıdan henüz yeşile döndüğü için hızımı kesmedim. Kenardaki ağaçlı refüjler olduğundan kavşağın sağ ve solunu net göremiyordum. Sağ taraftan gelen arabayı fark edemedim ve o refleksle sağ sol yapmaya başladım, ikimizde hızlıydık ve çarpıştık... Araba takla atmaya başladı...

-Hastane-

Gözümü açtığımda sol kolumun alçıda olduğunu gördüm, sağ kolumda da serum iğnesi vardı. "Elfida?!" diye bağırınca odaya hemşire geldi, "Sevgilim, o nerede?!". "Beyefendi sakin olun, ameliyata aldık..." , "Durumu nasıl? Iyi mi?!" ayağa kalkarak odadan çıktım. Peşimden gelen hemşire beni durdurmaya çalışıyordu. Ameliyathane tabelasını görünce hızlandım, oraya gelemeden kapısı açılıp doktorlar çıktı. "O nasıl?!" diye sordum ve aksayarak doktora yanaştım, alnını kaşıyıp "Siz yakını mısınız?", "Evet, o iyi mi? Durumu nedir?" Derin bir nefes alarak "Beyefendi metin olun, kaburga kemikleri karaciğer ve kalbe saplanmıştı. Kalbe saplanan kemikler bize pek bir şans bırakmamıştı. Başınız sağolsun...". "Nasıl ya!? Ne demek başınız sağ olsun! Hayır ya! Onu öylece nasıl bıraktınız!" Bağırıyordum, tek elimle doktorun yakasına yapışmıştım "Söylesenize nasıl bıraktınız onu?! "ELFIDA! ELFIDA!!!" Ameliyathane kapısını yumrukluyordum... "ÇIK DIŞARI! ÇIK!!!"

22 Nisan 2015 Çarşamba

Elfida -Bölüm 8-

Elfida

-Bölüm 8-

İnsanın düşünmesi gerekir, insanlık bunu gerektirir. Düşünce yapısı ve fikirleri ise o insanın karakter iskeletinin bir parçasıdır. Düşüncenin yoğunluğu düşünülenin sevgisiyle doğru orantılı olması gerektiği gibi bir o kadar da o kişiye aittir. Eğer fikirleriniz varsa bunun da bir sebep olanı vardır. Benim tam da aşk adına heycanım ve inancım kalmadığı zamanlarda tuhaf anılarla geldin bana Elfida. Bu düşünceler senin. Bir çok düşünce fidanımı koca bir ağaç yapan yağmur sensin Elfida... Güzel fikirlerimin mimarı; sen güzel kadın...

Dün kafeden çıktığımızda saat oldukça ilerlemişti. Uzun uzun konuşmuştuk. Ara ara güldük, bazense hüzünlendik ama her ne olursa olsun ikimize de iyi gelmişti. Onu evine bırakıp ben de kendi evime geçmiştim. Sabah uyandığımda kedim yine göğsümde uyuyordu. Kalkıp hazırlanmaya başlamıştım...

Bugün onu Yalova'a götürüp küçük şehrin sakinliğinde dinlendirmek istiyordum. Orayı yeterince gezdiğini düşünmüyorum. Telefonumu alıp onu aradım;
-Günaydın Elf.
-Günaydın... Ya bana şöyle deme, dün geceden beri dolandı ağzına...
-Onlar gibi beyaz tenlisin ama...Tamam tamam, takılıyorum sadece. Nasılsın?
-Kalktım şimdi, bi duşa girerim... Kaçta yola çıkarız?
-Nasıl yani? Ne yolu?
-E Yalova'ya gitmeyecek miyiz bugün?
-Iyi de sen nerden biliyorsun?!
-Dün beni öptün Özgür, unuttun mu?

Tabi ya! Ona sürpriz yapmak için sanırım daha dikkatli olmalıydım. Öpüştüğümüzde hala bir şeyler görüyordu, bugün Yalova'ya gideceğimizi de görmüş olmalıydı. Umarım detaylardan haberi yoktur çünkü bu şekilde pek eğlenceli olmayacak... Yarım saat kadar sonra evden çıkıp onu almak için yola koyuldum. Kahvaltıyı Yalova'da yapmayı planlıyordum, yolda açlığımızı kırması için börek almıştım. Benim geçmişten onunsa gelecekten gelen anıları vardı. Sıradan bir çift değildik. Çift dedim belki ama henüz çift olabildiğimizi de pek söyleyemem doğrusu. Ben sanki yarıda kalmış filmin izlediğim bölümlerini hızlıca geçmeye çalışıyor gibiydim. Ona saygı duymam gerektiğini biliyordum. Zaman zaman sabırsız olsam da durumun farkındaydım...

Evinin önüne gediğimde kornaya basmama fırsat vermeden kapıdan çıkmıştı. Üzerine bordo yarım kazak ve aynı tonlarda kareli beyaz pantolon giymişti. Ayağında ise keyifli bir güne giden bir kadının giymesi gerektiği gibi kırmızı babetleri vardı. Bana bakıp gülümsedi, arabanın kapısını açarak elindeki bej rengi hırkayı ve çantasını arka koltuğa atarak oturdu. "Nasılsın?". "İyiyim, teşekkürler. Harika görünüyorsun." dedim. Gülümseyerek "Teşekkür ederim." dedi ve her zamanki gibi müzik çaları kurcalamaya başladı. Ben o sırada yola koyulmuştum. "Demek Coldplay  dinliyorsun. Ben de severim." diyerek  'Ink' parçasını açtı. Bana bakarak "All I know is that I love you so." dedi ve gülümsedi. Nasıl anlatabilirim size bilmiyorum, çok mutluyum. Sevdiğim kadın yanımda, sevdiğim müzik kulaklarımda ve bu ikisi arabamda gidiyoruz. Şarkının o bölümünde ona baktım ve "Tek bildiğim seni çok sevdiğim." diyerek gülümsedim... Mutluyum, onunlayım, yoldayım.

Yalova'ya vardığımızda arabayı merkezdeki açık otoparka bırakıp yürümeye başladık. Bu şehri seviyorum, sakin ve huzurlu. Çok sık geldiğim, gelmediğimde eksikliğini hissettiğim güzel şehir. Meşhur Gazi paşa caddesine doğru yürüyorduk, diğer adıyla eski sinema caddesi. Burası şehrin kalbi. "Buradan sadece İstanbul'a giderken geçiyordum, iç güzelliğini fark edememiştim." dedi etraftaki çınar ağaçlarına bakarak. "Büyük insanların küçük şehridir burası." diyerek devam ettim. "Az ileride köprüden sonra sahile kavuşacağız. Istanbul'a bir de oradan bakmalısın. Eminim İstanbul'u daha çok seveceksin." Hava muhteşemdi. Buranın yerlileri Yalova havası diye tarif ederler. Yakıcı değil de ısıtıcı bir güneş, seyrek bulutlar, yaprak kokusu ve tatlı bir meltem.

Sahile vardığımızda yanımızdan yürüyerek bizi takip eden güvercinlere bakıyordu "Burası insanı tamamlıyor resmen, harika değil mi? Şuna bak!" diyerek eliyle kuşları gösterdi. Huzurun ona geldiğini görebiliyordum. Hakkettiği gibi. Ellerine bakıyordum, sağ eli çantasındaydı. Sol elini tutmak istiyordum ama ona hazır olmadığı bir şey yapmak istemiyordum. Denizden gelen rüzgar parfümünün kokusunu bana koklatıyordu. Koca gövdeli yıllanmış çınar ağaçlarının yanından geçerken eliyle dokunuyordu "Bunlar çok eski olmalı, şu gövdesine baksana!" diyerek ağacın etrafından dolandı. "Evet, çok eskiler. Çoğu asırlık ağaçlar." dedim ve ilerdeki bankı göstererek "Oturalım mı biraz?". Banka oturduğumuzda etrafı seyretmeye devam etti. "Buranın sana iyi geleceğini biliyordum." diyerek yavaşça eline uzandım ve elimi elinin üstüne koydum. Bana bakarak "Burası bana tek başıma bu kadar huzur vermezdi Özgür." dedi ve rüzgarın yüzüne savurduğu saçlarını parmaklarıyla alarak "Beni sevdiğini hissedebiliyorum Özgür. Beni bu kadar sevdiğin için bile seni sevebilirim." dedi ve elimi ellerinin içine alarak, "Aşk çok karışık bir şey. İnsanların birbirini sevmeleri için bin türlü neden var. Sanırım benimkisi en haklı neden olacak.". Mutluluk bir kan gibi tüm vücuduma yayılmıştı ve bunun sebebi karşımda oturuyordu. Elimi iyice sıktı "Bana beni sevdiğini söylemene gerek bile yok. İçindeki sevgiyi elle tutulur bir şeymiş gibi görebiliyorum." Gülümsedi ve devam etti "Bir kadın başka neyden emin olmak ister ki?". Sadece dinliyordum. Çünkü ikimiz için konuşuyordu. Haklıydı ona olan sevgim benden bile gerçekti! "Şu an seni deliler gibi öpmek istiyorum ama senin için hazırladığım sürprizi göreceksin diye ödüm kopuyor." dediğimde ikimiz de kahkahalara boğulduk. "Demek bir sürprizin var..." dedi kahkahanın sonlarında. Gözümdeki yaşı silerek "Evet ve bunu bozmak istemiyorum. Gerçekten çok özendim, hoşuna gideceğine eminim." dedim.

Orada, o bankta zamanın fotoğraf makinasına bir sürü mutlu kare bıraktık. Arkamızdaki çınar ağaçları bizi duydu, önümüzden uçup geçen martılar gördüler, hepsi şahit! Sen büyük bir aşk olacaksın Elfida!


17 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 7-

Elfida

-Bölüm 7-

Senin mutluluğunu tamamlamak için geldim. Yılların üzerinde yarattığı o belirgin çizgilerin seni okuyabilmem için yeterli. Bana eğer ümidimi sorarsan seni göstereceğim. Eğer mutluluğumu, hevesimi, aşkımı sorarsan seni göstereceğim. Bana geleceğimi sorarsan, seni göstereceğim Elfida! Sen benim yarım kalmış hevesim gibi hep arzumda ve aklımdaydın...

Şehre dönmemiz gerekiyordu. Onun görmesi gereken bir kaç işi vardı. Ben de evi öylece bırakıp çıkmıştım. Kedim bir şekilde karnını doyururdu ama onu merak ediyordum. Kediler söylendiği gibi nankör değildirler. Bu insanların her şeyi işlerine geldiği gibi yorumlamasından kaynaklanıyor. Nankörlerse bile en azından benim onu evde bırakıp gitmem kadar nankör değiller. Hazırlanıp çıkış işlemlerini halledip çoktan yola koyulmuştuk, ben onu takip ediyordum. Aynadan sürekli beni kontrol ettiğini görebilecek kadar yakından takip ediyordum. Gülümsüyordu ama yine de tanamlanmış bir gülümseme değildi.

Telefonum çaldığında arayanın Elfida olduğunu gördüm;
-Efendim?
-Ben ileriden ayrılacağım. Akşam kafede buluşalım mı?
-Sana geleyim?
-Hayır hayır. Hep gittitiğimiz kafeyi biliyor musun?
-Evet, biliyorum. Akşam orada olacağım.
-Tamam, görüşürüz...
-Şey! Elfida! Seni seviyorum...

Kapatmıştı. Durumu anlamış olsa da bana tam anlamıyla ısınmış değildi. Bana alışmış değildi. Bu zamanla çözülebilecek bir durumu fazla dert etmemeliydim. Sadece sabırsızdım. Sanki yıllarca uyumuşum ve uyanıp her şeye yeniden başlıyor gibiydim. Kaybettiğim yılların acelesi vardı ve onları kazanmanın endişesini taşıyordum...

Saat 20:12

Bir zamanlar sık sık geldiğimiz cafeye gelmiştim. 20:30'da burada buluşacaktık. Burayı biliyordum ama kendim Özgür olarak hiç gelmedim. Ben resmen hasta biriyim! Yani kendimi öyle hissetmeye başladım. Evet sen Özgür! Başkası değilsin, sadece kafanı toparla! İçeri girdiğimde onu ligüstrüm ağacının yanındaki masada gördüm. Sandalyeyi çekip "Erken gelmişsin?" oturdum. Yüzüme baktı ve gülümsedi "Konuşmamız gerektiğini düşünüyorum, gerçekten çok konuşmamız lazım.". "Evet haklısın." diyerek bir an kafede çalan müziği işittim, "Duyuyor musun? Lykke Li, Possibility.Sevdiğin müzik, belkide en sevdiğin." Müziğe kulak vererek "Evet, olasılık. Hep bir olasılık vardır." diyerek gülümsedi. "Hep." diyerek ekledim. "Bir şeyler söyleyelim, böyle yerlerde boş masada oturanları pek sevmezler.", "Evet haklısın." diyerek garsona gelmesi için işaret ettim. Menüye bakmadan kendime türk kahvesi söyledim, o da suffle ve espresso siparişi verdi. Garson masadan uzaklaşınca ona doğru yaklaşıp "Nasıl oldu? Yıldırım, çok gençmiş?" Onu üzmek istemiyordum ama şimdi tam da bunu yapıyordum. "Özür dilerim ama merak ediyorum.", "Hayır problem değil, gerçekten" diyerek devam etti "Biz evlenecektik ve kendimize ev almıştık. Haftasonları ya da boş günlerimizde eve gider dokarasyon işleriyle uğraşırdık. Hevesliydik yani, hoşumuza gidiyordu. Bir gün yeni aldığımız avizeyi tavana montelemek için ayaklı merdivene çıktı. Çıktığı yer yüksek değildi ama ben merdiveni tutuyordum yinede. Sonra benden mutfakta unuttuğu tornavidayı getirmemi istedi, mutfakta tornavidayı ararken salondan bir ses geldi..." Gözleri doldu ve bir kaç damla gözyaşı süzülmeye başladı yanaklarından. "Salona gittiğimde yerde öylece yığılmıştı. Heralde dengesini kaybetti, yere düşünce de mermerden yapılmış küçük bir heykel vardı kafasını ona çarpmış. Başında çizikler vardı, hemen ambulansı arayıp çalıştığımız hastaneye kaldırdık. Testler falan yapıldı beyin kanaması dediler, ameliyata aldılar..." Gözyaşlarından iyice ıslanan yanaklarını masadan aldığı peçeteyle sildi. "Ameliyattan çıkartılıp yoğun bakıma alındı. Günlerce gözümün önünde eriyip gitti... Beyninde aşırı hasar vardı, bitkisel hayata girmesi kaçınılmazdı. Öyle de oldu... Sonra ailesi yaşamını sonlandırması için kağıtları imzaladılar. 3 hafta bekledik... Ben olsam yapmazdım, imzalamazdım! O öyle ya da böyle orada yatıyordu..." Yanına yaklaşıp ona sarıldım... Anlattıkları o konuştukça yerine yerleşen bir puzzle gibiydi kafamda... Ben o günden sonrasını hatırlamıyordum. Derin derin ağlıyordu, geçen zaman çığlıklarını almış saf bir hüzün bırakmıştı ona. Ölüm böyle bir şeydi çünkü; acısı sizinle bir süre kalır daha sonra o acı yerini derin bir boşluğa bırakır. Siz o boşluğa baktıkça hüzünlenirsiniz, belki bir tebessüm oluşur yüzünüzde ama üzülürsünüz. Ilk günün acısı olmaz belki ama hüzün hep o boşluktadır...

O sırada siparişlerimiz gelmişti, Elfida yerinde doğrulup yaşlı gözleriyle gülümseyerek "Beni ağlattın şimdi de suffle mi yedireceksin?", omzunu sıktım "Üzgünüm, sadece benim de aklımda sorular vardı..." Kahvemden bir yudum aldım ve bardağına su doldurdum "Hadi iç biraz," diyerek bardağı dudaklarına götürdüm. Bir yudum aldıktan sonra bardağı avuçlarının arasına alarak "Üzülmeni istemiyorum ama şu an yanımdaysan sırf yaşanmışlıkların hatırına, seni belki seveceğim bunu bilemem ama şimdi anıların hatırıyla yanımdasın." Haklıydı, durumu çabuk bile kabullenmişti. Ona zaman vermem gerektiğini biliyordum. "Bazen ben de merak ediyorum, neden ben?" dedim madasa ki papatya desenli peçeteye bakarak. "Eğer bu olacaksa sen ya da başkası, fark etmez. Garip olan anıların yeniden bir beden bulması." suffleden bir kaşık almış ve kaşığı ağzında tutuyordu.
"Yaşayacaklarımızı gördüm Özgür, bu bir anlamda benim o gördüklerimi yaşamadan ölmeyeceğim anlamına mı geliyor?" diyerek haylazca bana güldü. Gözlerinin nemi henüz geçmemişti... Üzülmeyi haketmiyorsun Elfida, hele ki ağlamayı hiç!

Sen üzülme diye aşkın beden beden geziyor belki de. Yüreği güzel kendi güzel kadın!

10 Nisan 2015 Cuma

Elfida -Bölüm 6-

Elfida

-Bölüm 6-

Kahvaltıdan sonra bir doğa yürüyüşü yapmaya karar vermiştik. Her şeyi daha rahat konuşmak için sakinliğe ihtiyacımz vardı. Ağır adımlarla yürüyorduk. O, bej renkli montunun cebine ellerini atmış düşünceli şekilde adımlarını izliyordu. "Tam olarak nasıl başladı?" diye sordu. Ellerimi pantolonumun ceplerine soktum ve derin bir nefes çektim "Parça parça. Küçük küçük anılarla başladı. Gördüklerimi umursamıyordum. Sonra ağrılar başladı, göğsümden kollarıma ve çeneme yayılan, hemen sonra da uykuya dalıyordum. Sonra seni görüyordum, bizi.". Durdu ve bana dönerek "Nerede başladık peki?" diye sordu. "O gece, tanıştığımız gecede başladı." diye cevapladım ve devam ettim, "1-2 hafta sonra rüyalarım yoğunlaşmaya başlamıştı. Uyandıktan sonra da benimleydi. Anlam veremiyordum. Daha sonralarda ise kendimi sana ait hissetmeye başladım, çünkü çok şey paylaşmıştık." bir süre sessizlik oluştu, sadece yürürken bastığımız kuru yaptakların çıkardığı sesler vardı. "Elfida!" dedim, bana baktı. "Ben seni bir yerlerde görüp beğenmiş ve sonrada çıkma teklifi edecek biri olarak durmuyorum burada. Benim durumum daha farklı, ben seni çoktan seviyordum.", "Yani?" diye sordu. "Yani; sevgili olmamız lazım!". Gülümsedi, ben de öyle. Birbirimize dönmüştük. Dudaklarına bakıyordum, bir tiryakinin yıllar sonraki hasreti gibi. Kalp atışlarım hızlanmıştı, göz bebekleri büyümüştü ve hızlı nefes alıyordu. Birden dudaklarına yapıştım. Soluksuz öpmeye başladım. Birden anılar gözümün önüne gelmeye başladı... Hızlıca geçen fotoğraflar gibi... Sonra eliyle beni iterek kafasını tutmaya başladı, çığlık atıyordu. "Elfida! Iyimisin?!" yanına giderek onu tuttum. Acı çekiyordu "Bu da ne böyle?!" "Ne oldu?! Elfida?". Gözlerinden yaş geliyordu. Bana olan ona da oluyordu... "Başım! Çok kötü!" diyerek bayıldı. Kucaklayıp arabaya doğru ilerledim. Arka koltuğa yatırdım ve hemen tatil köyüne sürdüm arabayı. Yolda kendine gelmeye başlamıştı, "Iyi misin?". "Başım, başım ağırıyor!", "Neredeyse geldik, doktor bir baksın sana.". "Hayır hayır! Eve gidelim." diyerek tekrar yattı.

Onu eve getirmiş yine koltuğa yatırmıştım ve ben yine onu izleyerek uyanmasını bekliyordum. Herkes kolayca konuşup anlaşabiliyorken, aşkı normal yaşayabiliyorken benim bu şekilde yaşamam beni düşündürüyordu. Herkes kendi hikayesini sevgilisi ile yazıyor. Ben ise tiyatronun ortasına düşmüş misafir oyuncu gibiyim. Ne yapacağımı bilmiyorum. Bir başkasının anılarını taşıyor olabilirim ama seni seviyorum Elfida! Bu tekrar izlediğim film olabilir ama şimdi başrolünde ben varım ve sen, esas kız. Beni sevmelisin!

"Özgür?" diye seslendi, hemen yanına gidip dizlerimin üstüne çöktüm "Buradayım, iyi misin?", "Orada, beni öptüğünde bana ne oldu?", "Muhtemelen anılar, onları gördün. Ben de öyle.", "Çok hızlıydı, sersemledim." olduğu yerde doğrulup "Gördüğüm kadarı ile hiç birini yaşamadım ben.", "Nasıl yani? Ne gördün peki?", "İznik gölüydü sanırım, akşam saatleri... Dilek feneri yakmıştık uçuruyorduk...". "İznik gölü mü?" diye sordum. "Evet. Sonra, sonra Bolu'da yine bir göl evindeydik?... Anlayamıyorum?!", "Biz mi? Nasıl yani, sen ve ben mi?". "Evet ama ben daha önce Bolu'ya hiç gitmedim, bu olamaz!", "Tamam. Biraz dinlenmen gerek sanırım..." "Ben ne gördüğümden eminim Özgür! Bana hastaymış muamelesi yapma! Ben gördüğüm şeyleri yaşamadım diyorum! Eminim!" şaşkın ve endişeliydi, bir bardak su uzattım "Tamam, ben sana inanıyorum, hadi iç şunu. Biraz sakinleş." bir kaç yudum aldığı bardağı elinde sıkı sıkı tutuyordu, gözleri daldı "Seni gördüm Özgür, çok garipti!", "Beni mi?" diye sordum. "Evet, bir organizasyon şirketiydi sanırım, sana gelmiştim seni öpüyordum...". Şok olmuştum. Ona ne iş yaptığımı söylediğimi hatırlamıyordum. "Elfida, şimdi sen yaşamadığın anıları mı gördün? Bunu mu demek istiyorsun?". Bardaktaki suyu bir yudumda içerek "Evet, yani sanırım öyle.". Gözlerine bakarak "Elfida, öp beni!" dedim. Dudaklarındaki arzuyu görebiliyordum, beni öpmeye başladı. Anılar, yine gözümün önüne geliyordu, "Ne görüyorsun Elfida?", "Bizi." öpüyordu, büyük bir tutkuyla. Sonra bir an için durdu. "Sen benim Geleceğimsin Özgür!", "Sen de benim emin olduğum geçmişim, sürprizlerle dolu geleceğimsin Elfida!". Birbirimizi iki ayrı bedende arzulayan tek ruh gibiydik... Geçmiş ve gelecek aynı karedeydi...

Geleceğin rengi geçmişin güzelliğinde saklıysa eğer, sen en güzel rengim olacaksın Elfida!